Bilgisayarlaşmadaki eksiklerimiz!..

Herkese merhaba!..Bundan sonra bu köşede buluşacağız sevgili “sanal” okurlar!.. Gerçi ben bunun neresinin “sanal” olduğunu da anlamış değilim ya neyse. “Sanal mecra” diyorlar internet yayıncılığına ama sonuçta siz bilgisayarınız ve ağlar vasıtasıyla, önünüzdeki klavye ve fareyi kullanarak, evinizdeki veya işyerinizdeki ekrana bakarak bunu okumuyor musunuz ? Fiziksel bir şey bu o zaman, pek sanal gibi gelmiyor bana ! O zaman televizyon yayıncılığına da “sanal” ibaresini takalım olsun bitsin.. Hele bir de “sanal gerçeklik” kavramı yok mu, o beni iyice rahatsız ediyor ya neyse, bunu sonraki bir yazıya bırakalım.

“Sanal”ları bırakalım, gerçeklere gelelim. Geçtiğimiz hafta Cebit Bilişim fuarını az da olsa gezme imkanım oldu. Burada, epeydir konuşulan ve hepimizin belki de birçok kez duyduğu bir şeyi yakından görebildim; Türk insanı teknoloji ile gerçekten çok ilgili. Söz konusu fuara 170.000’den fazla ziyaretçi olduğu söyleniyor. Katılan firmaların bu fuarda harcadığı pazarlama bütçelerine bakılırsa, onlar da Türk insanının teknolojiye meraklı olması konusunda benim gibi düşünüyorlar.

Bu yıl özellikle tüketiciye yönelik ürünler ön plana çıktı diyebiliriz. Eskiden daha çok kurumsal pazarda etkinlik gösteren birçok firma, şimdi standlarının neredeyse tamamını tüketici ürünlerine adamışlar. Daha ana girişten salona girer girmez karşınıza dijital video kamera ve dijital fotoğraf makineleri çıkıyor. Hemen arkasından portatif MP3 çalarlar, ev kullanıcısını hedefleyen masaüstü ve taşınabilir bilgisayarlar, çeşit çeşit elektronik ev ürünleri (DVD oynatıcılar, DVD kaydediciler, LCD ve Plazma televizyonlar) görebilirsiniz.

Cebit Bilişim fuarı 1999 yılından beri kurumsal pazara yönelik bir fuardan ev kullanıcısına yönelik bir etkinliğe doğru sürekli bir değişim içinde. 2004’de artık bu değişim tamamlanmış diyebiliriz. Fuarın adını da doğrudan ev elektroniği fuarı diye değiştirip, kurumsal pazar ve KOBİ’lere yönelik etkinlikleri başka bir fuara çekmek doğru olabilir diye düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, bunu eleştiri olarak yazmıyorum, Türkiye’nin bu tarz mecralara çok ihtiyacı var gerçekten.

Peki Türk insanı iletişim teknolojilerine, sayısal teknolojilere bu kadar yatkın ve ilgili ise, neden hala Türkiye’de kişisel bilgisayarların kullanım oranı çok düşük? Bu konu, birçoğunuzun bildiği gibi enine boyuna çok tartışıldı. Bilgi toplumuna veya bilgi ekonomisine geçişte, toplumun çok büyük bir kesiminin bilgisayar okur-yazarı olması şart. Eğer Türkiye, 2000’li yılların global pazarlarında rekabet edebilecekse, sahip olduğu iş gücünün bilgi teknolojileri ile donanmış olması gerektiğini bir çoğumuz söylüyoruz. Sayın Başbakanımız birçok toplantıda bunu dile getirmiş, önümüzdeki 5 yılda 500.000 bilişim işçisi yaratılması gerektiğini söylemiştir.

Bütün bunlarla birlikte, bugünkü durumu gözden geçirdiğimiz zaman, Türkiye’de bilgisayar penetrasyonunun yüzde 8 seviyelerinde olduğunu görmekteyiz. Beyaz eşyanın en düşük gelir düzeyi olan yerlerde bile çok yaygın olduğu, cep telefonu kullanımının bu denli yüksek olduğu bir ülke için çok düşük bir rakam. Yapılan bazı araştırmalara göre, bugün Türkiye’deki ekonomik satın alma düzeyi göz önüne alındığında, kişisel bilgisayar sahip olma oranının en az yüzde 30’lar mertebesinde olması lazım.

Peki Türk insanı neye para harcıyor diye bakalım. Yani öncelik bilgisayar değilse, nedir o zaman? Öncelikle otomobil, beyaz eşya (buzdolabı, çamaşır makinesi gibi ihtiyaçlar), TV, ve cep telefonu gibi araçlar alınmakta. Bundan bir tek sonuç çıkıyor; Türkiye’de bilişim sektörü bilgi teknolojilerini halka aktaramıyor, anlatamıyor.

Türkiye’de bilişim firmalarının çok önemli bir misyonu edinmeleri gerekli; toplam bilgisayar kullanımını büyütmek. Birçok firma, kendi pazar paylarını büyütmek konusunda çok güzel çalışmalar yapıyor. Yüz binlerce dolar harcıyor. Ama toplam pazarı büyütmek konusunda çok az firma çaba gösteriyor. Belki “bu sektörün işi değil” diyeceksiniz ama kimin işi o zaman? Bu kadar büyük bir misyonu devlete veya STK’lara bırakabilir miyiz? Bilişim firmalarının bu sorunu hem devlet, hem de STK’ların olduğu bir ortamda çözmesi gerekir diye düşünüyorum. Neticede diğer gelişmekte olan ülkelere baktığınız zaman (Rusya, Kore, Çin güzel örnekler), özel sektörün kamu sektörü ile bu konuda birlikte çalıştığını görebiliyoruz.

Bilişim sektörüne burada bir “tüyo” vereyim, hem de danışmanlık ücreti talep etmeden: Bilgisayar teknolojilerini, çocukların eğitimi ile başarılı bir şekilde pozisyonlayan ilk firma inanılmaz bir şekilde zengin olacak ! Türkiye’de anneler ve babalar çocuklarının eğitimine her yıl milyonlarca dolar harcıyorlar. Hem de birçoğu bunu çok zor koşullar altında yapıyorlar. Neticede hepimizin gönlünde yatan nedir? “Çocuğumun şartları benimkinden daha iyi olsun” tezi değil midir? Yani çocuğumuz bizim okuduğumuzdan daha iyi bir okulda okusun, daha iyi eğitim görsün, daha iyi işler edinsin diye düşünmez miyiz ? Dolayısıyla da paramızı nereye harcarız? Eğitime tabi ki.

İyi okullara göndeririz, özel dershanelere binlerce dolar veririz ki daha iyi okullara girebilsin. Sınav kitapları alırız ki dershanede öğrendiklerini evde pekiştirsin. Sınav tabanlı bir eğitim sistemi olunca (doğru veya yanlış) gerçekler böyle. Eğer bir bilgisayar, çocuğumuzun daha iyi bir üniversiteye, daha iyi bir liseye gitmesine yardımcı olacaksa tabii ki bilgisayar taksiti ödeyebiliriz!

Önümüzdeki haftalarda Türkiye’de toplam bilgisayar kullanımının nasıl artırılabileceği konusunda başka fikirlerimi de paylaşacağım sizlerle. Şimdilik hoşçakalın!

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu